Kendinde olmadığın
ve kendinde olmadığının dahi farkında olmadığın zamanlar olur bazen. Ekseriya sana
pişmanlıklar yaşatan hatalar yaptığın zamanlardır onlar, sana manevi acılar veren
büyük hatalar. Maddi dünyada yaptığın hatalar yüzünden manevi acılar çekmeye
başladığında işte, kendine de gelmeye başlarsın tekrar. Seni içine döndürerek
kendinle hesaplaşmaya sevk eder bu acılar. Bozulan dengeni yeniden tesise
yönelik doğal bir uyarı mekanizması olarak ta görülebilir onlar. Eğer kaçmaz ve bu iç çağrıya kulak vererek dürüstçe yüzleşirsen kendinle,
önce daha şiddetlense de acı, sonunda temizlenir onlara sebep olan iç
yaraların. Böylece maneviyatının yeniden düzelmesiyle birlikte hayatın da tekrar yoluna girmeye başlar. İçerde ne yönde değişirsen dış dünyan da o
yönde değişmeye başlar. Eğer yüzleşmekten ve dolayısı ile değişimden kaçarsan, o
zaman benzer hataları yapmaktan ve aynı acıları tekrar tekrar çekmekten
kurtulamazsın. Her aldığın nefes değişmek için bir fırsattır. Maneviyatını
bozan iç yaralar tüm yüreğini kaplayıp kangren olmadan, onları gün ışığına
çıkarmalısın ki iyileşsinler. Hepsi iyileşmek için yalnızca senin anlayışına
muhtaçtırlar. Hayatında ki görünen sonuçları doğuran görünmeyen sebepleri gün
ışığına çıkarmaktır kendini anlamak. Sebepte sensin sonuçta. Anlamaktan
kaçarsan değişemezsin, yeni sonuçlara sebep
olamayacağın için yeni yarınlara da gebe kalamazsın. Kimse değil, dışarıda ki bir Tanrı değil, sen, kendi ellerinle
kendine kıymaya devam edersin. Tanrı senin içindedir. İçinden seni kendine
çağıran o manevi sestir. Ama ekseriya kulak tıkar insan onun çağrısına. Halbuki
iç dünya ve dış dünya, madde ve mana birbirini direk olarak etkiler. Birinin
bozulması bozar öbürünü ve birinin düzelmesi ile düzelir öbürü de. Bir bütündür
aslında, ayrı değildir birbirlerinden madde ve mana. Ve sen dahi, huzur veren
denge haline doğru, halden hale ve şekilden şekle giren maddi ve manevi bir
bütünlüksün aslında. Gel gelelim çoğu zaman türlü sebeplerle unutup manayı,
yalnızca maddenin peşine düşer de dengeyi bozar insan hırsla. Kördür de çoğu zaman
kendi gerçeğine sağırlığının yanı sıra. Maddeye tapar halde koşar durur bir
ömür boyu o imkansız olanın, acısız hazzın peşinde. Kendine tapması da insanın
maddeye tapmaktır aslında yine. Kimi zaman sende ki yalanı okşayarak baştan
çıkarır hayat seni. Sen kendi sözde ihtişamından haz duyarsın ve beslersin
içinde ki o haz veren yalanı. Halbuki ayan beyan
ortadadır sürekliliğin maddenin tabiatına aykırılığı ve bu yüzden de maddenin
dünyasına ait olduğu için hazzın da sürekli olamayacağı. Sonlu olana taptığı
için insan, sonu gelip te haz tükendiğinde acıdır hissettiği duygu daima. Öyle
ya, acı hazzın gölgesi değil midir aslında? Sonu yoktur haz yolunun, o bir yol değildir aslında.
Hazların ve acıların peşi sıra dizilerek dişlerini oluşturduğu ve arzunun
durmadan döndürdüğü bir çarktır o. Hiçbir yere varmaz. Oysa, sonu huzura varan dosdoğru yolda bir denge
tutturarak erer insan ancak kurtuluşa. Hiçlikten geldik ve hiçliğe döneceğiz,
bir rüyadan ibarettir korku ve umut arasında mekik dokunarak geçen arada ki bu zaman. Uyanmak kurtulmaktır. Uykudayken sonsuz okyanusta gelip geçmekte olan bir dalga, uyandığındaysa
dalgalanan sonsuz bir okyanustur insan.
17 Kasım 2014
volkan tankut