18 Kasım 2014 Salı

Maddi ve Manevi Bir Bütünlüksün Sen

Kendinde olmadığın ve kendinde olmadığının dahi farkında olmadığın zamanlar olur bazen. Ekseriya sana pişmanlıklar yaşatan hatalar yaptığın zamanlardır onlar, sana manevi acılar veren büyük hatalar. Maddi dünyada yaptığın hatalar yüzünden manevi acılar çekmeye başladığında işte, kendine de gelmeye başlarsın tekrar. Seni içine döndürerek kendinle hesaplaşmaya sevk eder bu acılar. Bozulan dengeni yeniden tesise yönelik doğal bir uyarı mekanizması olarak ta görülebilir onlar. Eğer kaçmaz ve bu iç çağrıya kulak vererek dürüstçe yüzleşirsen kendinle, önce daha şiddetlense de acı, sonunda temizlenir onlara sebep olan iç yaraların. Böylece maneviyatının yeniden düzelmesiyle birlikte hayatın da tekrar yoluna girmeye başlar. İçerde ne yönde değişirsen dış dünyan da o yönde değişmeye başlar. Eğer yüzleşmekten ve dolayısı ile değişimden kaçarsan, o zaman benzer hataları yapmaktan ve aynı acıları tekrar tekrar çekmekten kurtulamazsın. Her aldığın nefes değişmek için bir fırsattır. Maneviyatını bozan iç yaralar tüm yüreğini kaplayıp kangren olmadan, onları gün ışığına çıkarmalısın ki iyileşsinler. Hepsi iyileşmek için yalnızca senin anlayışına muhtaçtırlar. Hayatında ki görünen sonuçları doğuran görünmeyen sebepleri gün ışığına çıkarmaktır kendini anlamak. Sebepte sensin sonuçta. Anlamaktan kaçarsan değişemezsin, yeni sonuçlara sebep olamayacağın için yeni yarınlara da gebe kalamazsın. Kimse değil, dışarıda ki bir Tanrı değil, sen, kendi ellerinle kendine kıymaya devam edersin. Tanrı senin içindedir. İçinden seni kendine çağıran o manevi sestir. Ama ekseriya kulak tıkar insan onun çağrısına. Halbuki iç dünya ve dış dünya, madde ve mana birbirini direk olarak etkiler. Birinin bozulması bozar öbürünü ve birinin düzelmesi ile düzelir öbürü de. Bir bütündür aslında, ayrı değildir birbirlerinden madde ve mana. Ve sen dahi, huzur veren denge haline doğru, halden hale ve şekilden şekle giren maddi ve manevi bir bütünlüksün aslında. Gel gelelim çoğu zaman türlü sebeplerle unutup manayı, yalnızca maddenin peşine düşer de dengeyi bozar insan hırsla. Kördür de çoğu zaman kendi gerçeğine sağırlığının yanı sıra. Maddeye tapar halde koşar durur bir ömür boyu o imkansız olanın, acısız hazzın peşinde. Kendine tapması da insanın maddeye tapmaktır aslında yine. Kimi zaman sende ki yalanı okşayarak baştan çıkarır hayat seni. Sen kendi sözde ihtişamından haz duyarsın ve beslersin içinde ki o haz veren yalanı. Halbuki ayan beyan ortadadır sürekliliğin maddenin tabiatına aykırılığı ve bu yüzden de maddenin dünyasına ait olduğu için hazzın da sürekli olamayacağı. Sonlu olana taptığı için insan, sonu gelip te haz tükendiğinde acıdır hissettiği duygu daima. Öyle ya, acı hazzın gölgesi değil midir aslında? Sonu yoktur haz yolunun, o bir yol değildir aslında. Hazların ve acıların peşi sıra dizilerek dişlerini oluşturduğu ve arzunun durmadan döndürdüğü bir çarktır o. Hiçbir yere varmaz. Oysa, sonu huzura varan dosdoğru yolda bir denge tutturarak erer insan ancak kurtuluşa. Hiçlikten geldik ve hiçliğe döneceğiz, bir rüyadan ibarettir korku ve umut arasında mekik dokunarak geçen arada ki bu zaman. Uyanmak kurtulmaktır. Uykudayken sonsuz okyanusta gelip geçmekte olan bir dalga, uyandığındaysa dalgalanan sonsuz bir okyanustur insan.

17 Kasım 2014
volkan tankut


17 Kasım 2014 Pazartesi

Kötülüğün Tohumuna Karşı Kutsal Son Savaş


Bu sefer biz, hepimiz, isteyerek bir son savaş başlatmalıyız. Sonunda yeryüzünü tüm savaşlardan temizlemek adına. İnsanlara karşı bir savaş değil. Hayır. Şiddet, acı, sefalet gibi bin bir yüzü ile var olan tüm kötülüğün tohumuna karşı bir kutsal savaşa tutuşmalıyız. Bu sefer, şeytana karşı bir savaş başlatmalıyız. Hain şeytanın hilesine topluca uyanma vakti geldi insanoğlunun. Ta ilk günden beri kurnazca kandırmaktaydı bizi. Gülüp durmaktaydı biz hep dışarıda ararken onu. Çünkü yaşayan insan sayısınca parçaya bölünerek tek tek her birimizin içine saklanmıştı o. Bu son savaş onun için, içimizde verilecek. Hepimiz tek tek kendi içimizdeki başını ezdiğimizde, yeryüzündeki mevcudiyetine de son vermiş olacağız şeytanın ve tüm şeytanlıkların. Bu müjdeli bir seferberlik çağrısıdır. Uyan ve ayağa kalk öyleyse ey insan! Gör artık düşmanının insan kardeşlerin olmadığını. Gör, onların senden bir farkları olmadığını. Senin, düşmanı onlar zannedip onlara düşmanlık etmen yüzünden, onların senden düşmanlık görüp sana düşmanlık etmekte olduklarını. Gör bu kendini sürekli tekrar eden kısır döngüyü, bu çıkmazı. Bırak silahlarını öyleyse ve çık artık, kutsal son kavgaya katılmak için tüm kardeş kavgalarından. Bütün silahlar hükümsüzdür bu son savaşta bir tek kutsal olan dışında. Sana kendi şeytanını gösteren ve onu kendinden bıçak gibi kesip atmana yarayan ayna dışında. Evet, arkası sırlı bir cama bakmakla başlayacak bu savaş. Ve sonra her insan kardeşinin birer sırlı ayna olduğunu fark edip, bu aynalara bakmakla sen kendi sırrına erdiğinde nihayetlenecek ancak. Tamama ermekle sen iç huzura kavuşsan dahi, tamamiyet yolunda insanlık için sonu gelmemesi gereken bir savaştır bu. Her yeni nesil, her çocuk bu yolda bir savaşçı olarak yetiştirilmeli. Anlatılmalı onlara, eğer bu savaş zor gelir de insan durursa veya galip geldiğine inanarak rehavete düşer de durursa eğer, bu boşluktan istifade ederek hemen yeniden baş verir içindeki şeytan. İnsan hep tetikte olmalıdır kendine karşı. Yer yüzünde barışın hakim olması için içerde kesintisiz sürmesi gereken bir öz gözlem ve dikkat savaşıdır çünkü bu. İçerde düşerse insan, dışarıda yeniden kanlı savaşlar başlar. Hayır, artık ayağa kalkmak ve ayakta kalmak çağıdır insanın. İradesini içindeki şeytanın elinden kurtararak idareyi eline almak çağıdır. Sorumluktan kaçacak yerimiz kalmadı, yok olmanın kıyısındayız. Ve sen ey insan, yılgınlık içinde yok olsam ne gam, da diyemezsin. Sen sana ait değilsin. Tanrı'nın birliğine aitsin sen. Senden öte olan yanınla sen, bu varoluşun kendini görme, kendini idrak etme, kendini bilme arzususun. Sen hem bir köprüsün hem de o köprüden karşıya geçen yolcusun. Karşıya geçinceye dek o köprüyü muhafazaya mahkumsun. Suistimalin yüzünden defalarca yıkılmış ve yıkılacak olsa da, ta ki sen karşıya geçinceye dek  kurulacak o köprü yeniden sonsuzca. Yetmez mi yıkım üstüne yıkıma uğrattığın kendini, yetmez mi çektiğin acı? Ey insan, ey dertli dolap, senin devan içindedir.

17 Kasım 2014
volkan tankut

12 Kasım 2014 Çarşamba

Zamanı Dahi Kontrol Eden Bankerler

Wall Street’te hırslı bir borsacı düşünün. Evi Manhattan’da. Bu adam her sabah evinden Wall Street’e giden en hızlı yolu takip etmek isteyecektir çünkü borsada zaman demek para demektir. Hırslı bir borsacının zaman kaybetmeye tahammülü olamaz. Fakat zaman borsayı etkileyen değişkenlerden sadece biridir. Kazanca yol açan daha birçok değişken vardır. Ve bunları lehe çevirmenin yolu o değişkenler hakkında bilgi sahibi olmaktır. Bundan da daha iyi olanı değişkenleri kontrol edebilmektir. Kontrol edebiliyor olmak demek şartları lehe çevirebilmek demektir. Daha çok bilgi daha çok kontrolü mümkün kılar. Daha çok kontrol ise şartları kendi lehine daha çok değiştirebilmek demektir. Bu da belli bir seviyeden sonra artık ihtiyaç duyulan bilgiyi kendi kendine üretebilmeyi mümkün kılar. Ve bu da geleceği şekillendirmek ve dolayısı ile onu bilmek olacağı için borsada zamanı kontrol edebilmek anlamına gelir. Böylesi bir güç, sahibini hakim kılar ve gücü elinde tuttuğu müddetçe de hükümranlığını daim kılar. Böylesi güce sadece hırs arzu duyar. Ve hırs her zaman tahripkardır. Piramidal bir hiyerarşinin zirvesi olarak Wall Street tüm dünya borsa ve borsacılarının dolayısı ile bankerlerinin merkezidir. Wall Street'i tek bir şahıs gibi, bankerlerin Tanrı Kralı gibi düşünebilirsiniz. Gerçek bundan çokta farklı değildir aslında. Tüm kumanda neredeyse tek bir eldedir. Ve o elin sahibi özgürlüğe karşıdır. Eğer Wall Street kazanırsa, onun kazanacağı bir dünya da mutlak kontrol altına sokulmuş olan insanlar mutlak surette özgür iradeden yoksun bırakılmış robotlara dönüşecektir. Efendilerinin dirliğini daim kılmak için programlandıkları şekilde iş gören robotlara. Bu insan olan insanlığın sonudur. 

Konuyu biraz açmak gerekirse; malum en büyük borsacılar bankerlerdir. Zaten borsayı icat eden de onlardır. Tüm bankerler Wall Street’te ki birkaç büyük bankere bağlıdır ve onlarda tek bir büyük banker ailesine bağlıdır. Tüm etkin çok uluslu kurumlar, ki buna medya kuruluşları da dahil, varlıklarını devam ettirebilmek için büyümek zorundadırlar. Bu sebeple durmadan yeni yatırımlar yaparlar ve bunun için krediler kullanırlar. Bu krediler vasıtası ile hepsi bu bankalar ağına bir şekilde borçludur. Bankalar onların hisse senetlerinden önemli paylara sahiptir. Bu da demektir ki bankalar ağı yani bankerler bu şirketler üzerinde kontrol sahibidir. Politikacılar seçilmek ve iktidar olmak için tanınmak ve bunun içinde kampanyalar düzenlemek zorundadırlar. Bu para demektir. Onları bu kurumların hissedarları destekler. Bu da demektir ki politikacılar vasıtası ile hükümetlerin dizginleri kurumların elinde ve kurumların dizginleri de bankerlerin elindedir.

Bu muazzam güç sayesinde bankerler herhangi iki ülke arasında savaş çıkarabilecek ve bu savaşın kaderini tayin edebilecek kadar kontrole sahiptirler. Yani kurdukları oyunun kazananını ve kaybedenini kendileri tayin ederler. Kaybeden ülkeye ait hisse senetlerinin hızla taban yapacağı ve kazanan ülkeye ait hisse senetlerinin ise önce düşse bile zaman içinde eski seviyesine doğru yükseleceği ise zaten ortadadır. Şimdi oturdukları yerden bu savaştan nasıl menfaatler sağlayabileceklerini bir düşünün.

Buna bir örnek vereyim. Bu bankerler haliyle para piyasaları üzerinde çok büyük etkiye sahiptirler çünkü buyrukları altındaki medya vasıtası ile kolaylıkla spekülasyonlar yaratabilirler. Şimdi Tanrıcılık oynayan bankerlerin A ve B  ülkesini savaşa tutuşturduklarını düşünün. Destekleri sayesinde A ülkesinin kazanacağını bildikleri halde medyada falanca sebeplerden ötürü A’nın bu savaşın mağlubu olacağına dair haberler yaptırdıklarını düşünün. Bu durumda ne olur? İnsanlar A ülkesinin borsasından paralarını hızla çekmeye başlarlar. Hisse senetleri yok fiyatına satılmaya başlanır. Bu satışların gerçekleşebilmesi için onları birilerinin alıyor olması gerekir ancak o panikle kimse bunları kimin ve ne amaçla almakta olduğunu düşünemez. Herkes, diğer herkesin bir bildiği olduğunu düşünerek sürü psikolojisi ile satma ve kaçma çılgınlığına düşer. Bu arada zaten savaş yüzünden doğal olarak düşmüş olan B ülkesinin borsasından, kazanacağı umudu ile, düşük fiyattan hisse senedi almak isteyen sözde uyanıklar da çıkabilir. Sonuçta işi baştan bilen bankerler B ülkesinin borsasındaki kağıtlarını satarken A ülkesinin hisse senetlerini bedavaya yakın fiyattan toplarlar. Sonra ne olur. Kaybedeceği beklenen A ülkesi savaşı kazanır ve tüm hisse senetleri hızla yükselmeye başlar. B ülkesi kaybeder ve borsası yere çakılır. Bankerler ise muazzam servetlerine muazzam servetler katmaya devam ederler. Küçük bankaların hissedarları daha büyük bankalar ve onların ki de daha büyük bankalardır ve en üstte hepsi bir merkeze bağlıdır. Bankerler ağına dahil olanlar iç hiyerarsilerine uygun olarak bu kazançtan paylarını alırlar. Kendilerine göbekten bağlı şirketlerin savaşı desteklemek için satacağı silah, mühimmat ve erzaklardan elde edecekleri kârlar ile sonra yıkılan ülkeleri yeniden imar ederken elde edecekleri kârlar da işin cabasıdır. Ayrıca bu satışları gerçekleştirecek olan şirketlerin hisse senetlerinde meydana gelecek artışları da baştan bildikleri için, oralardan da ayrıca bir daha kazanç elde ederler. Böylece güçlerine güç katarak hakimiyetlerini pekiştirirler.

Bankerlerin egemenliklerini mutlak ve daim kılmalarının yolu dünya üzerinde mutlak kontrole sahip olmaktır. İş buraya doğru çok büyük bir hızla ilerlemektedir. Mutlak kontrol demek halkların özgür iradelerini tamamen yitirmeleri demektir. Programlandıkları gibi çalışan robotlara dönüşmeleri demektir.

Kontrol mekanizması yalnızca ekonomik olarak değil başka mecralardanda bizleri esareti altına almaya devam etmektedir. Örneğin kameralar. Dikkat ederseniz bugün kameralar artık hayatımızın vazgeçilmez birer parçası olmuş durumdadır. Örneğin Google'ın sokak kameraları. Bunlar insanların büyük çoğunluğu tarafından oldukça faydalı bulunmaktadır. Yabancı ülkelerin şehirlerinin sokaklarını oturduğun yerden gezmeye yarayan uzaktaki gözler gibi. Yine uydular vasıtası ile uzaydan her yeri saç teli hassasiyetinde izlemek mümkün hale gelmiştir ve izlemeler yapılmaktadır. İş verenler ellerinden geldiği nisbette iş yerlerini tamamen kameralar vasıtası ile kontrol altına alma çabasındadır. Amaç çalışanlardan ve dolayısı ile üretilen çıktıdan maksimum verimi elde etmektir. Bugün nerdeyse tüm binalar ve sokaklar izleniyor. Polislerin gözleminde olan sokak kameraları ile şehirler kontrol altında tutulmaya çalışılıyor. Bunların hepsi toplamda mevcut düzeni korumak, işleyişini daha verimli hale getirmek ve devamlı kılmak içindir. İnsanların kendi küçük amaçları için bu kameraları sağa sola yerleştirmesi sistemin birinci dereceden işine gelmektedir. Efendilere hizmet eden bu sistemin bir şeytani başarısı da insanları kendiliğinden birbirlerini kontrol eder hale getirmesidir. Para dolayısı ile kâr yeni dünyanın Tanrı'sı haline getirilmiş olduğu için bu kameralar vasıtası ile herkes kârının peşine düşmüştür. İnsanlar kendilerinden para ve kaytarma yolu ile zaman çalınmamasını teminat altına almaya çalışmaktadır. Zaten yeni dünyada para zaman ve zaman da para demektir. Para artık ruhun yerini alarak yaşam kaynağı haline gelmiştir. Ve bu paranın efendileri olan bankerler kendi kurgulamış oldukları "kısmi yedek veya kısmi ihtiyat ayrılması" dedikleri yerleşik para sistemi içinde borç karşılığı parayı basanlardır. FED, Fractional Reserve Banking System ve Interest konularını detaylı araştırmanızı öneririm. FED'in Amerikan Merkez Bankası değil Amerikan Devletine devlet tahvili karşılığı faizle havadan borç veren bankerlere ait özel bir banka olduğunu anlamakla başlamış olacaksınız işe. Böylece harcanan her kuruş onlardan alınmış ve faizi ile geri ödenmesi gereken borçtur. Kurdukları bu para sistemi vasıtası ile herkes onlara borçludur ve bu borç vasıtası ile dünyanın idaresini ellerinde tutarlar. Kameralardan yine paraya geldik çünkü hepsi kontrolün araçları olarak birbiri ile ilintili konular.

Bir diğer araçta; üretilen her bilgi, her konu ve herkes hakkında istihbarat elde etmektir. Bugünlerde insanlar nerdeyse tüm özel yaşamlarını Facebook tarzı sosyal medya ortamlarında gönüllü olarak paylaşmaktadırlar. Böylece zihin yapıları ve tüketim alışkanlıkları hakkında birçok bilgiyi de farkında olmadan sistemle paylaşmaktadırlar. Bu sayede onları tüketim çılgını halinde tutmaya devam edecek türlü yeni ürün tasarlayıp üreterek piyasa sürmek mümkün olmaktadır. Bunun yanısıra insanlar ürettikleri her türlü bilgiyi, kendi şahsi bilgilerini, resim, müzik, video kayıtlarını, ticari bilgilerini, dijital olarak arşivlenebilecek her türlü bilgilerini yeni bir teknoloji olarak sunulan ve "bulut" adı verilen dünya üzerinde ki fiziksel yerini bilmedikleri serverlarda saklama eğilimine girmişlerdir. Bu sayede bozulma, kaybolma, çalınma veya zarara uğrama riski taşıyan hard diskler, hafıza kartları veya serverlar bulundurma ihtiyacından kurtulduklarını düşünmektedirler. Halbuki "bulut"lara yüklenen tüm bilgiler bu serverların yöneticileri tarafından tamamen ulaşılabilir hale gelmektedir. Ve bu yöneticilerin bağımsız olduklarını düşünmek te herhalde bu Dünya'da saflık olur. Bunlar da her iş adamı gibi dolaylı ve dolaysız yollardan sistemin efendilerine bağlıdırlar.

Bu karanlık güç dünyayı saat gibi işleyen bir makinaya dönüştürme gayretindedir. Kendileri için dirlik üreten ve kendi egemenliklerini mutlak ve daim kılacak olan bir makinaya.

Onlar insanlığın geri kalanına karşı gizli bir savaş vermektedirler. Eğer bizler bir an önce bunun farkına vararak uyanmaz ve karşı tedbirler alamayarak bu savaşı kaybedersek bizi ve üzerindeki tüm canlılarla birlikte Dünya'yı nasıl bir sonun veya geleceğin beklediğini düşünmek dahi görenler için dayanılmaz bir işkencedir.

12 Kasım 2014
volkan tankut


3 Kasım 2014 Pazartesi

Ekonomik Yükseliş Çoğu Zaman Oluşta Düşüştür

Bilmem kimin yükseliş hikayesi diye anlatırlar mesela. Yükselme zannettiğin senin çoğu zaman düşüştür aslında oluşta. Çok korkmuştur kişi düşmekten veya zaten yerin dibinde görmektedir kendini. Onun için ne bulduysa basamak yapmıştır yükselmek için. Madden artmışsa da manen düşmüştür o yolda...

Ekim 2014
volkan tankut

Kar Hırsı Döndürüyor Bugün Ekonominin Çarklarını

İhtiyaçların tatmin edilmesine yönelik tüm faaliyetler bütünüdür ekonomi ve bu tatminin yarattığı mutluluğu hedefler. 'İhtiyaçların' karşılanmasıdır itici kuvvet. Ancak bugün kâr hırsı döndürüyor ekonominin çarklarını.

Peki nedir kâr? Ya verdiğinden çok almak ya da aldığından az vermekle alışverişin dengesini bozarak elde edilen haksız kazanç. Nedir kar hırsının sebebi? İhtiyaç anında ihtiyacın karşılanması ile yetinememek. Acıktığında doymakla yetinememek. Yarından korkmak. Yarın için bugünden duyulan endişe yüzünden yarının ihtiyacını dahi bugünden karşılama ihtiyacı duymak. Ama bu bir kısır döngü yaratır. Sen şimdi korkmakta olduğun halde, seni korkutan yoksunluk olasılığı ve dolayısı ile korkunu dindirecek çare gelecektedir, senin ulaşamayacağın bir yerde. Bu tıpkı yürüken önüne düşen gölgeni yakalamaya çalışmak gibidir. Kâr hırsı, senin bugününü sürekli yarın için kurban etmene sebep olur. Senin aklın hep yarındadır. Kâr hırsı ile geçen bir ömür asla yaşanamamış bir ömür olur. Çünkü sen sadece şimdi yaşayabilirsin. Fakat devamlı yarını düşünerek şimdiyi devamlı ıskalıyorsun. Hiç şimdi de kalamıyorsun. Peki şimdi şu anda yaşamıyorsan, sen yaşıyor musun? 

Kâr hırsı, korku yüzünden umuda tutunmaktır. Yarın, yeteri kadar birikim yaptığımda, zengin olduğumda yaşamaya başlayacağım diye düşünürsün, daha önce değil. Ama yarın hep yarın olarak kalacak ve sen asla yeterince zengin hissetmeyeceksin. Hissetmeyeceksin çünkü hırs seni bir dilenci yapar aslında. Sen imparator olmak istemektesindir ama bir dilenci olarak kalırsın. Hep ihtiyaç içinde hisseden ve türlü numaralarla etraftan kazanç elde etmeye çalışan bir dilenci olarak. Çünkü hırs kıyasın neticesidir. Sen bir mukayese içindesindir. Herkesle mukayese edersin kendini ve mutlaka birileri senden daha zengin olacaktır. Bir gün en zengin sen olsan dahi, bir başkasının serveti ile seni geçeceği korkusu veya servetini kaybedebilme korkusu seni yine hırslı tutacaktır. Zihnini, mukayese etme illetinden kurtaramazsın. Senin zihnin bir hesap makinesine dönüşmüştür. Kıyas etmektesindir çünkü senlik benlik içindesindir. Kendini dünyadan koparmış, bütünden ayırmışsındır. Yaprak ağacın uzantısı olduğunu unutup ağaca isyan etmiştir. Ve onun içinde diğer tüm yaprakları rakip görmektedir. Korkmaktadır onlardan. Kendini güvenceye alabilmek için güç devşirmek zorundadır. Güç kazanmak zorundasındır. Ve dünya da herkesin ihtiyaç duyduğu bu güç somutlaştırılarak kullanımı pratik bir hale getirilmiş ve ona para denmiştir. Bugün ekonomi denen şey bu gücün kazanılabilmesi için yapılan faaliyetler bütünüdür, ihtiyaçların giderilmesi için değil. Daha doğrusu sevmeyen ve dolayısı ile de sevilmeyen insanların karşılıklı olarak birbirlerinden korkar halde olması yüzünden güvence en büyük ihtiyaca dönüşmüş ve bu güvencenin sevgi dışı yapay yollardan temini için gereken güç te kapital denen şeye dönüşmüştür. Herşeye yeten sevginin yokluğu yüzünden bugün geri kalan tüm ihtiyaçların tatmini kapital denen bu tek araç ile mümkün hale gelmiştir.

Bu durum senin ekonomini reel bir ekonomi olmaktan çıkarıyor. O sanal bir ekonomi. O doymak için değil, kâr etmek için gerçek bir ihtiyacın giderilmesine yaramayan türlü hizmet veya ürünün tasarlanarak piyasaya arz edilmesi ile suni talepler yaratan sanal bir ekonomi. O artık birbirini seven insanların ihtiyaçlarını gidermek için yaptıkları hakça alış veriş olmaktan çıkıp, birbirinden korkan insanların birbirlerine üstünlük elde etmek için el birliği ile ayakta tuttukları bir savaş arenası, bir sömürü ortamıdır.

3 Kasım 2014
volkan tankut

1 Kasım 2014 Cumartesi

Kendi Kendini Yazan Roman

Tuhaf bir roman gibisin ey insan
Kendi kendini yazmakta olan
Baştan belli yaprak sayısı, zaman ve mekan
Lakin kalem sensin kaderini yazacak olan

Doldurdukça yapraklarını ömrünün
Artarken tecrübelerin durmadan
Yararlanmak için onlardan
Tükeniyor kalan vaktin an be an

Durmadan çevrilecek yapraklar
Ne durduran ne de yavaşlatabilen var
Ta ki son bulduğu o güne kadar
Bu hikayenin baş rolünde insan var

Geldiğinde sonuna, bir bahane çıkacak
Küflenip çürüyüp bedenin toz olacak
Geriye bu romandan yalnız anafikri kalacak
Ya başka romanlara bir ilham ya da tarih olacak.

1 Kasım 2014 / Yeşilköy - İst
volkan tankut 



Madde ve Mana

Öleceksin. O maddeden meydana gelmiş ölümlü bedenden ibaret olduğuna inanmakta ısrar edersen eğer, öleceksin. Ama değilsin, uyan! Sen maddeden ibaret değilsin. Madde vasıtadır yalnızca mananın kendini ifade etmesine. Manasın sen, o bedenle kendini ifade eden. Farkında değilsin.

Nedir madde mana olmadan?

İncelmiş odundan ibaret değil midir bir kitap içindeki yazılar olmasa? Ve o yazılar dahi yalnızca mürekkep değil midir bir manası olmasa?

Peki yaksan o kitabı, küllerden başka ne kalır geriye gövdesinden? Ama yakabilir misin manasını, yok edebilir misin?

Asla yok olmaz, yok edilemezdir mana. Madde dokunamaz, etki edemez ona. Ama mana her daim içindedir maddenin sürekli değişen suretinin. O prensiptir maddeye halini veren ve her daim hükmeder ona. Tüm var onunla var olur. Varı var eden ve sırrı çözülemeyen sırdır o. Ruhtur mana.

Ve katılaşmış ruhtur senin bedenin de.

Beden, gözle görülen ruh ve ruh, gözle görülmeyen bedendir. Ayrı şeyler değildir ruh ve beden. Ama sen baktığında maddeyi görür ruhu göremezsin ondaki. Onun için madde gerçeğin olur ve ruh, bir söylentiden ibaret olan şüphen.

Uyanıp farkına vardığında tam olarak kendinin, bedenim dediğin şeyin varlık okyanusunda bir dalga, ama kendinin dalgalanmakta olan okyanus olduğunu anlayacaksın. Sen varolan herşeyle birsin. Uyandığında, kendini dalgalanarak ifade eden ve deneyimleyen, varolan o tek ruh olduğunu da bileceksin. Madde ve mananın, beden ile ruhun bir olduğunu göreceksin. Bu biliş ile ebediyete ereceksin.

Nedir ruh? Başı ve sonu olmayan, kaynağı bir gizem olan 'farkında olmak' hali.

İşte sen kendi özünün 'farkında olmak' olduğunu fark ettiğin anda, artık bir suretten ibaret olan maddeye mahkumiyetin de sona erer. Saf farkındalık olursun, farkındalığın ta kendisi, varoluşun ruhu, sonsuza kadar.

Var olan seninle olur. Tüm madde seninle mana bulur.

1 Kasım 2014 / Yeşilköy sahil - İst
volkan tankut