Öyle bir kitap yaz ki adı; NE VARSA İÇİNDEDİR olsun.
Herşey birbirine bağlıdır. Denge, alış veriş, kâr ve zarar, bilinç (ruh) ve madde, kıyamet ve selamet, insan ve tanrı, yıldız ve karadelik...herşey birbiri ile bağlantılı bir bütündür.
Bugün insanlar kâra tapar hale geldiler. Kâr kutsallaştırıldı. Ticari kârı kastediyorum.
Hayatta kalmanın yolu alış veriştir. Bu adilane de olabilir adaletsizce de. Her iki tarafın da eşit fayda sağladığı alışveriş dengeyi sağlar. Fayda dengesi bozulduğunda kâr ve zarar doğar. Kim ki bu dengeye kasteder, bir vakit sonra denge onu alt eder. Tanrıdır denge.
Biri yer biri bakar kıyamet bundan kopar. Ne demektir bu? Dengenin bozulması. Denge bozulursa var oluş o dengeyi tekrar tesise yönelecektir. (Neden buna yönelecektir? Bunu sonra tefekkür et ve açıkla)
Kehanetlerde geçen kıyametin ne zaman kopacağına dair bir tahminim var. Öncelikle söz konusu kıyamet evrensel değildir kanımca. İnsan ve onun dünyası ile sınırlıdır. Ve kritik eşik aşıldığında kopacaktır.
Nedir bu kritik eşik?
Özet olarak; İnsan ve dünyası birdir. İnsanda ki madde düşkünlüğü her geçen gün daha da artmakta ve insanoğlu anlamı yitirmektedir. İnsan zihninin gittikçe artan bir hızla makinaya benzeyerek içinde yaşadığı çevreyi de makinalaştırması, doğa ile bağlarını kopararak topyekün materyalize olması, madde ve anlam arasındaki dengeyi bozmaktdır. Yani bilinç kaybolmaktadır. Dengenin bozulması ile beraber kıyamet alametleri görünmeye başlamıştır. Maneviyat tamamı ile çöktüğünde yani materyalizm birlik bilincine tamamı ile baskın gelerek hakim olduğu anda materyalize olmanın yarattığı basıncı içten dengeleyecek anlam de yok olma noktasına gelecek ve yitirilecektir. İşte tam bu noktada olacak olanı şu basit cümle ile anlatmak uygundur. Mateyalizm anlamını tam olarak yitirecektir. Anlamını yitiren birşeyin yok olması kaçınılmazdır. Anlam ruhtur. Hiç birşey ruhsuz varolamaz. Böylece materyalizm ve onun tüm çıktıları, dünya üzerindeki tüm etki ve yansımaları, betonlaşan şehirler, kendisini besleyen tüm tesisler ile birlikte endüstri, tamamı ile kendi üzerine çökecektir. Bir nevi yer yarılacak ve bunların hepsini yutacaktır.
Başka bir yazıda açıklamış olduğum için burada tekrar açıklamasına girmeyeceğim bir gerçeği dile getirerek başlayayım bu eşiğin ne olduğunu daha detaylı olarak anlatmaya.Varoluş madde ve bilinç olarak iki ögeden meydana gelmiş gibi görünmektedir. Oysa ki o bütünlük halinde bir oluştur. Madde ve bilinç birbirinden ayrı değildir, hiç bir zaman ayrılmaz. Madde göze görünen bilinç ve bilinç göze görünmeyen maddedir. Evrenin devinimi bir dengelenmedir. Var olan tek varlığın iki hali arasında ki dengeyi araması. İkinin bire doğru yolculuğu.
Maddenin en derininde yani temelinde bilinç vardır. Bu kimilerinin ruh dediği ancak hiç birimizin kaynağını ve sırrını bilmediği "kendinin farkında olma" halidir. (Farkındalığın doğası nedir?)
(Kaynağını ve sırrını bilemiyor olmamız bu "kendinin farkında olma" halinin yani farkındalığın bizim aslımız, öz varlığımız olduğunu gösterir. Biz olmadığımız her şeyi fark edebiliyoruz. Örneğin çoğunun sandığı gibi biz bedenlerimizden ibaret varlıklar değiliz. Öyle olsaydı o bedenin farkında olmazdık. Onun farkında olduğumuza göre, yani o fark edilen olduğuna göre biz fark eden olarak ondan ayrı, onun dışında, onun üstünde birşey olmalıyız. Biz zihnimiz de değiliz çünkü dikkatimizi verdiğimizde kendi düşüncelerimizin akışına da şahit olabiliyoruz. Demek ki biz düşüncelerimizin de üstünde birşeyiz. Aynı şekilde duygularımızın da farkına varabiliyoruz. Demek ki biz beden, akıl ve duygudan ibaret varlıklar değiliz. Bunların hepsinden ayrıyız. Biz bunların hepsine tanıklık edeniz. Ve bundan da öteye geçerek kendi tanıklığımıza tanık olduğumuzda biz en temelde, özde tanıklığız. Farkındalık. Farkında olma hali. Demek ki sırrını çözemediğimiz o ruh bizim özümüz. Biz o olduğumuz için, onun dışına çıkarak ona bakamıyor, onu göremiyoruz. Biz oyuz. Farkındalığın kendisi. Ve farkında isek ortada bir mevcudiyet durumu var demektir. Farkındalık vardır ve var olan farkındalıktır. Farkındalığın kaynağı 'olmaktır' ve olmak demek bunun farkında olmaktır. Saf farkındalık olduğumuz için ne doğduk ne de öleceğiz. Biz hep var olan ve olmaya devam edecek olanız. Biz var olma halinin kendisiyiz. Bir var oluşuz.)
Evrende herşey farkındalıktır. Çünkü öz tektir. Ancak insanın özelliği evrenin kendisi olduğunu anlama ve hissedebilme yetisine sahip olmasıdır. İnsan, doğasının saf farkındalık olduğunun farkına varabilme yetisine sahiptir. Bu özelliği ile kendi başına bir mikro evren olduğunun farkına varabilmektedir. Ve yine kendi varlığının tamamen farkına vardığı anda tüm varoluşun farkına varmaktadır. Kendisinde bu yetinin kemale ulaştığı insana İnsan-ı Kamil denir. İnsan-ı Kamil evrenin kendi kendine bakmasıdır. İnsan-ı Kamil herşeyi gören gözdür. Kendinde herşeyi ve herşeyde kendini gören bir göz.
(Bunu tam olarak anlamış durumdayım. Bir zamanlar bunu tam olarak hissetmiştim. Bugün hissedemiyor ancak anlıyorum. İkisinin aynı anda gerçekleşeceği zamanı iple çekiyorum ama anda zihin varolamadığı, çalışmadığı için bunun asla olamayacağını ve tekrar hissetmeye yönelmem gerektiğini, meditasyona başlamam gerektiğini biliyorum.)
Evren zerrelerden oluşmaktadır ve her zerre de denge halinde ki madde ve bilinçten oluşmaktadır. Bu o zerreyi var kılar. Nedir bir zerre? En küçük bütünlük. Gören göz için kainat bölünmez bir bütündür. Bu mana da kainat bir zerreden ibarettir. Ancak kıyamet görmeyen gözler yüzünden daha doğrusu görebildiği halde bakmayan gözler yüzünden kopacağı için bu yazıda zerreyi dünya gözü ile bakıldığında maddenin en küçük hali olarak alacağım.
Yakın zamana kadar bilimin Atom dediği şey olarak bilinirdi zerre. Atom bölünmeyen en küçük bütün anlamında kullanılırdı. Ancak bilimin atom dediği şey meğerse atom değilmiş, biz henüz o en küçüğe ulaşamamışız. Çünkü bugün o atomun altında dahi bir evren olduğu biliniyor artık. Her gün yeni bir atom altı parçacık keşfediyor bilim adamları. Ne yukarı ne de aşağı doğru bir sonu olduğunu sanmıyorum kainatın.
Konuya daha da derinlemesine girmeden önce zerreden neyi kastettiğimin tam olarak anlaşılması gerekmektedir. Madde değildir zerre. Hem madde hem de bilinçtir ama iki kısımdan oluşmuş da değildir, o bir bütünlüktür. Madde gözle görülür bilinçtir ve bilinç gözle görülmeyen maddedir.
İnsan da bu zerrelerden meydana gelmiştir. Zerrelerin henüz bilinen en kompleks dizilim kombinasyonuna sahiptir. Bu kümeyi oluşturan zerreler arasında öyle bir ilişkiler ağı oluşmuştur ki, bu durum zerrelerin tek tek sahip olduğu bilincin çok ötesinde zerreler arasında bir kolektif bilinç doğurmuş ve bu da kümenin bütününe özgü, kümeye has bireysel bir üst bilinci doğurmuştur. Zerreler arası ilişkilerden zuhur eden bu bireysel üst bilinç yüzünden bu zerreler kümesi etrafını saran zerrelerden ayrı bir kimlik kazanmış ve insan dediğimiz bireysel bütünlük veya ünite haline gelmiştir. Aynen bir zerrenin hem madde hem de bilinç olması gibi, insanda böyledir. Madde ve bilinç olan zerrelerden oluşan kümülatif bir madde ve bilinç hali. Zerrelerin bilinci toplu halde ruhunu oluştururken, aynı zerrelerin madde özelliklerinin bütünü de bedenini oluşturur.
Hal böyle iken bilinçli bir uyum içinde ki zerreler kümesi olan insanların aynı zerreler gibi kendi aralarında ki uyumlu birlikteliğinin neler meydana getirebileceğini bir hayal edin. Tüm bu durumun işleyişinin farkında olarak, insanların birbirleri ve doğa ile uyumlu birlikteliklerinin nasıl bir dünya yaratabileceğini hayal edin.
Mikrodan makroya doğru zerrelerin dalgalanması olan evrende uyum aynı karadeliklerde olduğu gibi, insan dediğimiz dizilim meydana geldiğinde de sekteye uğrayabiliyor. Çok nadir de olsa uyumu sekteye uğratmayan istisnalar var ancak geneli konuşuyorum. Bu meyanda acaba insan evrenin kanseri olabilir mi? Kendi içinde dengeyi tesis edemediği için etraf ile de uyum sağlamayı başaramayan insanın bu hali ile evrene yayıldığını hayal edin. Dünya'nın başına getirdiğimiz felaketlerin hepsini evrenin başka taraflarına da taşıdığımızı. Buna kanserin yayılmasından daha uygun düşen bir tanım olabilir mi?
(Şehirden ve doğadan ve doğada yaşayan toplumlardan uzun süreli video filmi çekip (5-10 sene mesela) onu hızlı oynat ki insanlar yaşamın bir dalgalanma olduğunu daha net anlayabilsin. Çevresinin insanın kendi bilincine göre geliştiğini anlayabilsin. Ruh ile doğa ile bağını kopararak materyalize olan bir toplumun gerek çevre gerekse davranış olarak gittikçe betonlaştığını ve ruh ile bağını koparmadan doğa ile iç içe yaşayan bir toplumunsa huzurla aktığını görebilsin. Kendisi nasıla her şeyin de öyle olduğunu anlayabilsin insan. Nasıl dokunursa kendisine de öyle dokunulacağını anlayabilsin.)
İnsan da bu zerrelerden meydana gelmiştir. Zerrelerden meydana gelen diğer her şey gibi insan da gelip geçicidir. Maddeye has çürümeye tabidir. Madde olarak tabir edilen her şey aslında maddenin özü olan bilincin uzamın belli bir yer ve zamanında aldığı hallerdir. Madde ve bilinç (zerreler) birlikte dalgalanmaktadır ve baktığında dalgalanan okyanusu göremeyen her göz yalnızca dalgalar görür. Görece yavaşlık yüzünden dalgalanmayı yani hareketi fark edemeyen göz, gördüğü manzaranın sürecin bir bölümü yani filmin içinden bir kare olduğunu anlayamaz ve gördüğü şeyi durağan katı bir madde olarak algılar. Bu kısıtlı algısı yüzünden yemin etse başı ağrımaz.)
Ancak varoluşun insan dediğimiz durumunun içeriği öyle bir atomlar dizilim ve ilişkisidir ki, öyle bir kombinasyondur ki, bu atomlar kümesinin bütününden zerrelerin tek tek bilinçlerinin ötesinde kümenin bütününe özgü bireysel bir üst bilinç zuhur etmiş ve böylece ayrım oluşmuştur. Kanımca, bir toprak parçası, bir bakteri, canlı bir çalı, bir ağaç, bir elma veya bir geyik, dünyadan ve dolayısı ile varoluşun bütününden ayrı hissediyorsa dahi kendini, bu insanın ki kadar keskin ve kati olmasa gerektir. Evet benlik duygusundan bahsediyorum. Bilim adamları benlik bilincinin insan gelişiminin hangi aşamasında vuku bulduğunu araştırıyorlar. Her gün yeni bilgiler gün ışığına çıkıyor. Bilincin oluşumunun bir süreç olduğu düşünülüyor. Bence bırakın ana rahmini, fetüsü veya doğum sonrası evreleri, sperm yumurtayı döllediği ilk anda meydana gelen reaksiyonun bilinci, hem spermin hem de yumurtanın bilincinden farklı ve daha geniştir. Bu da vücuda gelecek olan varlığın bilincinin çok daha öncesinden beri var olduğunu düşündürmektedir bana. Sanki varolan bir ruh kendini ifade etmek için uygun bedeni arıyormuşçasına. Bilim araştırıyor henüz. Bilinç, sperm yumurtayı döllediği anda mı, yoksa rahimdeki daha ileri aşamalar da mı, doğduktan sonra mı, doğumdan bir kaç yıl sonra mı oluşuyor? Tam olarak bilemiyoruz diyorlar.
Evren senin vasıtan ile de ve hatta senin vasıtan ile (herkesin varolmasına sebep bu) dengeyi tesis etmeye çalışmaktadır. Sen sen olmadığını anlamak zorundasın. Sen evrensin. Sen herşeysin. Sen varolan tek şeyin parçası bile değilsin, sen O'sun. Ancak bunu hissettiğin zaman onun gücüne sahip olursun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder