Görünen o ki neredeyse herkes bir şey satıyor
bu hayatta. İnsanoğlunun yaşama tutunabilmesi için bir zorunluluk haline gelmiş
durumda satmak. Satılanlar çok çeşitli olsa da satmak mecburiyeti aynı. Satmak ya da olmamak işte bütün mesele bu olmuş. Hiç yoksa, mevcut pozisyonunu korumak için kişi kendini devamlı beğendirerek etrafındakilere satmak zorunda.
Satmaktan kastım; satışa yönelik bir çabanız olmadığı halde sahip olduğunuz bir değer kendiliğinden talep gördüğünde buna bedel biçmeniz değil, hayır, aktif olarak satma çabası içinde olma zorunluluğunu kastediyorum. Satmaya mecbur olmak satıcı üzerinde gerilim yaratır. Bu bir zorlanmadır ve satıcıyı da doğal olarak hedef müşterisi üzerinde psikolojik anlamda zor kullanmaya sevk eder. Bunlar türlü ikna stratejileridir. Birini satın almaya ikna etmek demek, onun zihnini bir şekilde buna zorlamak demektir. Satışın içinde zıtlıklar barındıran tuhaf bir kimyası vardır. Örneğin bir taraftan müşteriyi özendirmeye çalışırken öte taraftan da alım şimdi yapılmadığı taktirde malın derhal tükenebileceğini öne sürmek vasıtası ile tehdit etme durumu vardır. Bu durum satıcıyı aynı anda hem talepkar hem tehditkar veya başka bir deyişle hem bir dilenci hem de bir zorba yapar. Zorlamanın yanında içten içe bir yalvarma vardır. Çok düşük seviyeli satışlarda örneğin sokakta mendil satan bir çocukta bu yalvarışın içten çıkıp dile geldiği görülür. İster dile getirilmeden içten içe olsun ister alenen ve sesli, bu yalvarış da ayrıca kendi içinde paradoksal bir durumdur. Hem bir dileniş, eş zamanlı olarak hem de duygu sömürüsü yöntemiyle karşıdaki üzerinde yine bir zor kullanıştır. Mecburiyetin dayattığı satma çabası hangi açıdan bakılırsa bakılsın satıcı için aşağılayıcı bir durumdur. Bu meseleye bu derinlikte eğilerek empati yapan biri satma çabasının insan ruhunun asaletine gölge düşürdüğünü hissedebilir.
Öte yandan satmak mecburiyeti içinde olmanın insanın psikolojik olgunlaşma sürecine büyük faydası dokunan olumlu bir tarafı da vardır. Satma eylemini, satıcının bu faydayı sağlayabileceği hale dönüştürecek olan fark ise kişinin işini yaparken yaptığının ve kendinin farkında olması durumudur. Satıcı eylemlerini özgözlem altında yapmalıdır. Satış esnasında hislerinin -ki bunlar ruhuna sıkıntı veren olumsuz hisler bile olsa- tamamen farkında olmalıdır. Hal böyle olduğunda satma çabası olgunlaşmak konusunda çok etkili bir katalizör vazifesi görebilir. Sıcak satış kişinin kendi psikolojisi ve dolayısı ile insan psikolojisi üzerinde en detaylı gözlemleri yaparak onu en yakından tanımasına imkan sağlayacak eylemlerin belki de başında gelir. Satış eylemi sırasında insan hem nefsinin ya da daha alışıldık tabiri ile egosunun hem de ruhunun en derinlere saklanmış sırlarını keşfedebilme şansına sahip olur. Farkında ve tetikte yaşayan bir satıcı belli bir zaman ve tecrübeden sonra satmak için müşterisinin karşısında -sembolik olarak eğilmek diyebileceğim- ruha ağır gelen işini, rolünü kusursuz oynayan ancak rolünü oynarken aynı zamanda kendini dışardan gözlemlediği için rolünde kendini kaybetmeyen bir aktörün ustalığı ile hiç etkilenmeden de yapabilir. Aksi halde eğilmek zoruna gider. Her eğilişinde, bir anlığına da olsa, olmuş olduğu kişi ile olmak istediği kişi karşı karşıya gelirler çünkü.
Gönülden duyulan bir saygı yüzünden olmadıkça, kim olursa olsun önünde eğilmek, ruha ağır gelir.
Burada ana konunun biraz dışına çıkarak ruha ilişkin birkaç şahsi tespitimi paylaşmak ihtiyacı hissediyorum: Kanımca, mantık ötesi bir sezgi vasıtası ile ruhunda hisseder insan tüm ruhların kaynağının bir olduğunu. Nefislerimizin faklı seviyelerdeki kirine pasına rağmen tüm ruhlar aynı şekilde saftır. Hal böyleyken birinin diğeri karşısında bükülmesine yol açacak özde bir üstünlük nasıl söz konusu olabilir? İşin gerçeği aslında ruh-lar da yoktur sadece birçok ayrı surete bürünmüş tek bir ruh yani öz vardır. İnsanlar özlerine döndüklerinde tek hakikatte birleşirler. Ruhun hakikatini hissedebilmek için kendi içine, merkezine doğru derinlemesine bir sondaj yapmış olmasa bile bu gerçeği istemsiz olarak içinde taşır insan ve belli belirsiz de olsa sezinler. Ruh konusunda daha dikkatli olanlar aslında eğildiğimiz vakit incinenin ruh değil, kendini hem etraftan hem de bizden ustaca kamufle etmeye çalışan egomuz olduğunu görürler. Ruh incinebilecek bir doğaya sahip değildir, o hep olduğu gibi kalır. Ruhun duyumsandığı an insanın kendi farkındalığının farkına vardığı çok özel bir andır. Farkında olduğun her an; olduğun kişi ile olabileceğin kişinin karşılaştığı andır. Olmak istediğin kişi ruhuna karşılık gelen ideal kişidir. Bu ender anlarda içindeki ikinin farkına vararak onu birlersin ancak sonra farkındalığı tekrar yitirir, özünü unutursun ve dizginleri tekrar egoya kaptırırsın. Ruh doğal olarak sever, koşulsuzca ve karşılıksız olarak akıtır sevgisini. Bu onun doğasıdır. Saf sevgidir onun doğası, Aşk'tır. Ancak ego, yani zihinsel şartlanmaların meydana getirdiği yalancı kimlik onun önünü tıkar. Sevgi akışını engeller. Sevgi bir taşma durumudur. Hepimizin içindeki tükenmez kaynaktan, tek özden istemsiz olarak dışarı doğru taşar. Ve bu karşılıksızca bir verme eylemidir, alma değil.
Halbuki satış, satma eylemi bir alma, bir isteme eylemidir. Satarken sen isteyensindir. Karşındakinden satın almasını istersin. Türlü stratejilerle onun sana evet demesini istersin. Verdiğine karşılık ondan daha yüksek bir bedel talep etmektesindir. Aradaki farkı yani kârını istemektesindir ondan. Ondan bunu almak peşindesindir. Satarken sen bir dilencisindir aslında. Ve senden satın alan kişi kendisi de başka bir ortamda bir satıcı olduğu ve bunu bildiği için istediğin bedeli sana gönülsüz olarak verir. Kârın var olabilmesinin ve kâr edebilmenin sebebi zamandır. Zamanın kısıtlı oluşu. Her satışta sen alıcıya aslında zaman satarsın. İnsanlar aldıklarına karşılık fazladan bedeli yalnızca zaman satın almak için öderler. Ve acelesi olan ruh değil egodur. Ruh zamanda var olmaz ya da sonsuz zaman da var olur diyelim. Fakat insanın egosu acelecidir. Ölecektir o. Ölmeden önce alabileceği kadar haz almaktan başka bir amacı yoktur. Eylemlerinin özü ve özeti basittir. Acıdan kaçmak ve hazzı kovalamak. Satış deneyim yoluyla bunları derinlemesine öğretme potansiyeline sahiptir insana. İnsanlar arasındaki alışverişin işleyişini anlamaya, tam olarak kavramaya yardım eder.
Eğer bir satıcı olarak kalmayı seçeceksen ve olduğun şeyin en iyisi olmak istersen iki yolu vardır bunun: Ya ruhunu tamamen feda ederek nefsine yönelecek ve ona teslim olacaksın ki buna ruhunu şeytana satmak derler veya nefsini tamamen bilecek hale geleceksin. O zaman o yani nefsin ve gerçek sen şeklinde ki ayrım mümkün olacak, farkındalığının gözü ile nefsini net olarak deşifre edip görebiliyor olacaksın. Böylece onu her adımda gözlemleyebilecek ve ona hakim olarak hükmedebilecek hale geleceksin. Bu aşamadan sonra rol oynama sanatını icra edebilirsin. Role kendini kaptırmadan, rolde kaybolmadan, onunla özdeşleşmeden kusursuzca oynayabilirsin artık.
İlk yolu seçen birçok insan var bu hayatta ve seçtikleri yolda büyük ustalığa ulaşanlar var. Bunlar ustalaşmak için önce kendi nefsinin sesine kulak vererek başlarlar işe. Kendi üzerlerinde çalışırlar. Beni ne kışkırtırdı, ne baştan çıkarırdı? Arzularımı ne coştururdu? Hangi renkler, hangi şekiller, hangi dokular, hangi kokular, hangi tatlar, hangi tınılar, hangi kurnazca tasarlanmış cümleler, hangi bilinçaltı mesajlar...? Bu yolu seçen kişi herşeyden önce kendi nefsini çok iyi tanıması gerektiğini bilir, öyle ki diğerlerinin nefsini de tüm sırlarıyla bilsin ve gerektiğinde ustaca okşayıp, gerektiğinde kışkırtabilsin. Onlarla ustaca oynayabilsin. Böyle olmak zorundadır. Yaptığı işe inanmayan bir satıcının kokusu anında ele verir kendini çünkü. En iyi satıcı olabilmek için ikilik olmamalıdır içinde. Tam olarak inanması gerekir kendine ve yaptığı işe. Bunun bedeli ikilemi yaratan ruh ve ego içinden ruhu tamamen feda ederek melek yüzlü bir şeytana dönüşmektir. Kusursuz bir satıcı olmanın bedelini ruhunu yitirerek öder ilk yolun yolcusu olan kişi.
Ruhumu şeytana satmaktansa aç kalmayı yeğlerim diyen ve ikinci yolun yolcusu olduğunu düşünenlerdensen eğer o zaman da o şeytana satmayacağın ruhunu onun elinden kurtarman gerekir önce. Bir ucu şeytanın elindedir her ruhun ta ki kurtarılıncaya kadar çünkü. Dizginleri şeytanın yani egonun elinden geri alabilmenin yolu özgözlemdir. Kendini çok iyi seyretmek ve kendinin tamamen farkında olmak zorundasın. Böylece bilmeye başlarsın nefsini ve tahtından indirerek onu bilincin alır kumandayı eline. Kesintisiz özgözlemle kusursuz bir aktör olmalısın ki sen hariç oynadığın role herkesi inandırasın. Herkes rolünü gerçek sanmalı. Bunun bedeli ise önce senin gerçekleşmendir. Bu ödenebilecek en ağır bedeldir, en büyük korkunla yüzleşmek zorunda kalacaksın. Kendi hakikatinle karşı karşıya gelmen ve ego ile ruhun bu karşılaşmasında ölüm korkusuna denk olan korkuyla yüzleşerek egoyu cehennemin dibine göndermen gerekecek. Sonrasında güleceksin aslında hiçbirşeye karşılık herşeyi yani bir yalanı vererek hakikati aldığını fark ettiğinde. Yalan ile gerçeği takas etmiş olacaksın. Bu tabi sözde kolay bir durumdur ama eğer bu takası gerçekleştirecek cesaretin varsa sonrasında hayat senin için bir oyun ve Dünya'da oyuncak olacak. Satışa devam edebilirsin. Senin dönüşümün sayesinde artık bu çok zevkli bir uğraş haline gelmiştir. Artık bir kandırma eylemi değil, insanlığın tekamül sürecinin bir parçasıdır o. Satmak artık sende olumsuz duygular yaratmaz. Ona bir anlam yüklemekten kurtulursun. Mekanik bir hal alır. Sen olman gereken yerde ve zamanda tekamül için gerekli olan bu ticaret ve karşılaşmalar oyununu ne yaptığını bilerek sürdürüyor ve üstüne düşeni yapıyorsundur. Hem kendin hem de diğerleri için. Sen hayatın oyun olduğunun farkına varmışsındır artık ve sadece bir oyun olarak oynamaya devam edersin onu, keyif alarak ve keyif almak ve vermek için.
Satmaktan kastım; satışa yönelik bir çabanız olmadığı halde sahip olduğunuz bir değer kendiliğinden talep gördüğünde buna bedel biçmeniz değil, hayır, aktif olarak satma çabası içinde olma zorunluluğunu kastediyorum. Satmaya mecbur olmak satıcı üzerinde gerilim yaratır. Bu bir zorlanmadır ve satıcıyı da doğal olarak hedef müşterisi üzerinde psikolojik anlamda zor kullanmaya sevk eder. Bunlar türlü ikna stratejileridir. Birini satın almaya ikna etmek demek, onun zihnini bir şekilde buna zorlamak demektir. Satışın içinde zıtlıklar barındıran tuhaf bir kimyası vardır. Örneğin bir taraftan müşteriyi özendirmeye çalışırken öte taraftan da alım şimdi yapılmadığı taktirde malın derhal tükenebileceğini öne sürmek vasıtası ile tehdit etme durumu vardır. Bu durum satıcıyı aynı anda hem talepkar hem tehditkar veya başka bir deyişle hem bir dilenci hem de bir zorba yapar. Zorlamanın yanında içten içe bir yalvarma vardır. Çok düşük seviyeli satışlarda örneğin sokakta mendil satan bir çocukta bu yalvarışın içten çıkıp dile geldiği görülür. İster dile getirilmeden içten içe olsun ister alenen ve sesli, bu yalvarış da ayrıca kendi içinde paradoksal bir durumdur. Hem bir dileniş, eş zamanlı olarak hem de duygu sömürüsü yöntemiyle karşıdaki üzerinde yine bir zor kullanıştır. Mecburiyetin dayattığı satma çabası hangi açıdan bakılırsa bakılsın satıcı için aşağılayıcı bir durumdur. Bu meseleye bu derinlikte eğilerek empati yapan biri satma çabasının insan ruhunun asaletine gölge düşürdüğünü hissedebilir.
Öte yandan satmak mecburiyeti içinde olmanın insanın psikolojik olgunlaşma sürecine büyük faydası dokunan olumlu bir tarafı da vardır. Satma eylemini, satıcının bu faydayı sağlayabileceği hale dönüştürecek olan fark ise kişinin işini yaparken yaptığının ve kendinin farkında olması durumudur. Satıcı eylemlerini özgözlem altında yapmalıdır. Satış esnasında hislerinin -ki bunlar ruhuna sıkıntı veren olumsuz hisler bile olsa- tamamen farkında olmalıdır. Hal böyle olduğunda satma çabası olgunlaşmak konusunda çok etkili bir katalizör vazifesi görebilir. Sıcak satış kişinin kendi psikolojisi ve dolayısı ile insan psikolojisi üzerinde en detaylı gözlemleri yaparak onu en yakından tanımasına imkan sağlayacak eylemlerin belki de başında gelir. Satış eylemi sırasında insan hem nefsinin ya da daha alışıldık tabiri ile egosunun hem de ruhunun en derinlere saklanmış sırlarını keşfedebilme şansına sahip olur. Farkında ve tetikte yaşayan bir satıcı belli bir zaman ve tecrübeden sonra satmak için müşterisinin karşısında -sembolik olarak eğilmek diyebileceğim- ruha ağır gelen işini, rolünü kusursuz oynayan ancak rolünü oynarken aynı zamanda kendini dışardan gözlemlediği için rolünde kendini kaybetmeyen bir aktörün ustalığı ile hiç etkilenmeden de yapabilir. Aksi halde eğilmek zoruna gider. Her eğilişinde, bir anlığına da olsa, olmuş olduğu kişi ile olmak istediği kişi karşı karşıya gelirler çünkü.
Gönülden duyulan bir saygı yüzünden olmadıkça, kim olursa olsun önünde eğilmek, ruha ağır gelir.
Burada ana konunun biraz dışına çıkarak ruha ilişkin birkaç şahsi tespitimi paylaşmak ihtiyacı hissediyorum: Kanımca, mantık ötesi bir sezgi vasıtası ile ruhunda hisseder insan tüm ruhların kaynağının bir olduğunu. Nefislerimizin faklı seviyelerdeki kirine pasına rağmen tüm ruhlar aynı şekilde saftır. Hal böyleyken birinin diğeri karşısında bükülmesine yol açacak özde bir üstünlük nasıl söz konusu olabilir? İşin gerçeği aslında ruh-lar da yoktur sadece birçok ayrı surete bürünmüş tek bir ruh yani öz vardır. İnsanlar özlerine döndüklerinde tek hakikatte birleşirler. Ruhun hakikatini hissedebilmek için kendi içine, merkezine doğru derinlemesine bir sondaj yapmış olmasa bile bu gerçeği istemsiz olarak içinde taşır insan ve belli belirsiz de olsa sezinler. Ruh konusunda daha dikkatli olanlar aslında eğildiğimiz vakit incinenin ruh değil, kendini hem etraftan hem de bizden ustaca kamufle etmeye çalışan egomuz olduğunu görürler. Ruh incinebilecek bir doğaya sahip değildir, o hep olduğu gibi kalır. Ruhun duyumsandığı an insanın kendi farkındalığının farkına vardığı çok özel bir andır. Farkında olduğun her an; olduğun kişi ile olabileceğin kişinin karşılaştığı andır. Olmak istediğin kişi ruhuna karşılık gelen ideal kişidir. Bu ender anlarda içindeki ikinin farkına vararak onu birlersin ancak sonra farkındalığı tekrar yitirir, özünü unutursun ve dizginleri tekrar egoya kaptırırsın. Ruh doğal olarak sever, koşulsuzca ve karşılıksız olarak akıtır sevgisini. Bu onun doğasıdır. Saf sevgidir onun doğası, Aşk'tır. Ancak ego, yani zihinsel şartlanmaların meydana getirdiği yalancı kimlik onun önünü tıkar. Sevgi akışını engeller. Sevgi bir taşma durumudur. Hepimizin içindeki tükenmez kaynaktan, tek özden istemsiz olarak dışarı doğru taşar. Ve bu karşılıksızca bir verme eylemidir, alma değil.
Halbuki satış, satma eylemi bir alma, bir isteme eylemidir. Satarken sen isteyensindir. Karşındakinden satın almasını istersin. Türlü stratejilerle onun sana evet demesini istersin. Verdiğine karşılık ondan daha yüksek bir bedel talep etmektesindir. Aradaki farkı yani kârını istemektesindir ondan. Ondan bunu almak peşindesindir. Satarken sen bir dilencisindir aslında. Ve senden satın alan kişi kendisi de başka bir ortamda bir satıcı olduğu ve bunu bildiği için istediğin bedeli sana gönülsüz olarak verir. Kârın var olabilmesinin ve kâr edebilmenin sebebi zamandır. Zamanın kısıtlı oluşu. Her satışta sen alıcıya aslında zaman satarsın. İnsanlar aldıklarına karşılık fazladan bedeli yalnızca zaman satın almak için öderler. Ve acelesi olan ruh değil egodur. Ruh zamanda var olmaz ya da sonsuz zaman da var olur diyelim. Fakat insanın egosu acelecidir. Ölecektir o. Ölmeden önce alabileceği kadar haz almaktan başka bir amacı yoktur. Eylemlerinin özü ve özeti basittir. Acıdan kaçmak ve hazzı kovalamak. Satış deneyim yoluyla bunları derinlemesine öğretme potansiyeline sahiptir insana. İnsanlar arasındaki alışverişin işleyişini anlamaya, tam olarak kavramaya yardım eder.
Eğer bir satıcı olarak kalmayı seçeceksen ve olduğun şeyin en iyisi olmak istersen iki yolu vardır bunun: Ya ruhunu tamamen feda ederek nefsine yönelecek ve ona teslim olacaksın ki buna ruhunu şeytana satmak derler veya nefsini tamamen bilecek hale geleceksin. O zaman o yani nefsin ve gerçek sen şeklinde ki ayrım mümkün olacak, farkındalığının gözü ile nefsini net olarak deşifre edip görebiliyor olacaksın. Böylece onu her adımda gözlemleyebilecek ve ona hakim olarak hükmedebilecek hale geleceksin. Bu aşamadan sonra rol oynama sanatını icra edebilirsin. Role kendini kaptırmadan, rolde kaybolmadan, onunla özdeşleşmeden kusursuzca oynayabilirsin artık.
İlk yolu seçen birçok insan var bu hayatta ve seçtikleri yolda büyük ustalığa ulaşanlar var. Bunlar ustalaşmak için önce kendi nefsinin sesine kulak vererek başlarlar işe. Kendi üzerlerinde çalışırlar. Beni ne kışkırtırdı, ne baştan çıkarırdı? Arzularımı ne coştururdu? Hangi renkler, hangi şekiller, hangi dokular, hangi kokular, hangi tatlar, hangi tınılar, hangi kurnazca tasarlanmış cümleler, hangi bilinçaltı mesajlar...? Bu yolu seçen kişi herşeyden önce kendi nefsini çok iyi tanıması gerektiğini bilir, öyle ki diğerlerinin nefsini de tüm sırlarıyla bilsin ve gerektiğinde ustaca okşayıp, gerektiğinde kışkırtabilsin. Onlarla ustaca oynayabilsin. Böyle olmak zorundadır. Yaptığı işe inanmayan bir satıcının kokusu anında ele verir kendini çünkü. En iyi satıcı olabilmek için ikilik olmamalıdır içinde. Tam olarak inanması gerekir kendine ve yaptığı işe. Bunun bedeli ikilemi yaratan ruh ve ego içinden ruhu tamamen feda ederek melek yüzlü bir şeytana dönüşmektir. Kusursuz bir satıcı olmanın bedelini ruhunu yitirerek öder ilk yolun yolcusu olan kişi.
Ruhumu şeytana satmaktansa aç kalmayı yeğlerim diyen ve ikinci yolun yolcusu olduğunu düşünenlerdensen eğer o zaman da o şeytana satmayacağın ruhunu onun elinden kurtarman gerekir önce. Bir ucu şeytanın elindedir her ruhun ta ki kurtarılıncaya kadar çünkü. Dizginleri şeytanın yani egonun elinden geri alabilmenin yolu özgözlemdir. Kendini çok iyi seyretmek ve kendinin tamamen farkında olmak zorundasın. Böylece bilmeye başlarsın nefsini ve tahtından indirerek onu bilincin alır kumandayı eline. Kesintisiz özgözlemle kusursuz bir aktör olmalısın ki sen hariç oynadığın role herkesi inandırasın. Herkes rolünü gerçek sanmalı. Bunun bedeli ise önce senin gerçekleşmendir. Bu ödenebilecek en ağır bedeldir, en büyük korkunla yüzleşmek zorunda kalacaksın. Kendi hakikatinle karşı karşıya gelmen ve ego ile ruhun bu karşılaşmasında ölüm korkusuna denk olan korkuyla yüzleşerek egoyu cehennemin dibine göndermen gerekecek. Sonrasında güleceksin aslında hiçbirşeye karşılık herşeyi yani bir yalanı vererek hakikati aldığını fark ettiğinde. Yalan ile gerçeği takas etmiş olacaksın. Bu tabi sözde kolay bir durumdur ama eğer bu takası gerçekleştirecek cesaretin varsa sonrasında hayat senin için bir oyun ve Dünya'da oyuncak olacak. Satışa devam edebilirsin. Senin dönüşümün sayesinde artık bu çok zevkli bir uğraş haline gelmiştir. Artık bir kandırma eylemi değil, insanlığın tekamül sürecinin bir parçasıdır o. Satmak artık sende olumsuz duygular yaratmaz. Ona bir anlam yüklemekten kurtulursun. Mekanik bir hal alır. Sen olman gereken yerde ve zamanda tekamül için gerekli olan bu ticaret ve karşılaşmalar oyununu ne yaptığını bilerek sürdürüyor ve üstüne düşeni yapıyorsundur. Hem kendin hem de diğerleri için. Sen hayatın oyun olduğunun farkına varmışsındır artık ve sadece bir oyun olarak oynamaya devam edersin onu, keyif alarak ve keyif almak ve vermek için.
15 Ekim Çarşamba
Volkan Tankut
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder